Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi başvurularında hekim tarafından ilaç tedavisinin gerektiği ya da faydalı olabileceği bilgisi paylaşıldığında gençlerin ya da anne-babaların zihinlerinde sıklıkla
Bu ilaçlar nasıl olur da fayda sağlayabilir, davranışları ya da düşünceleri bir ilaç nasıl değiştirebilir?
sorusu ortaya çıkabilmektedir.
Bu sorunun yanıtı aslında oldukça karmaşık biyolojik mekanizmalara dayanıyor. Ancak, basit bir dille ifade etmek gerekirse yanıt psikiyatrinin insan beyninin çalışma prensipleri ile ilişkili bir alan olması ve beynin de diğer organlar gibi fonksiyonları değiştirilebilen bir organ olmasına dayanıyor. Psikiyatri ilaçları astım atağı geçirdiğimizde ya da kalbimizde bir ritim bozukluğu geliştiğinde kullanılan bir ilacın bronşlarımıza ya da kalbimize etki edip ilgili organlarımızın çalışmasını düzeltmeye çalışmasına benzer bir şekilde beyin işlevlerini düzenlemeye çalışır.
İnsanlar sıklıkla düşünceleri, duyguları, davranışları, uyku ve yeme düzenleri gibi konuların beynimizdeki son derece karmaşık biyolojik düzeneklerin sonucunda ortaya çıktığını ve düzenlendiğini gözden kaçırabilmektedir. Bu durum, psikiyatrik ilaçların nasıl etki edebileceğinin zihinde şekillendirilmesini engelleyebilmektedir. İnsanların zihinsel durumlarındaki değişiklikle ilgili en sık farkındalık yaşadıkları durum uyku olduğu için ilaçların da uyku hali vererek zihni uyuşturmaya çalıştığına yönelik yaygın bir önyargı oluşuyor. Öte yandan, başta geçmişte daha yaygın kullanılanlar olmak üzere psikiyatrik ilaçların yan etki olarak uykulu hissetmeye neden olabilmeleri de bu önyargıları destekliyor.
Bu konuyu biraz daha ayrıntılı ele alacak ve örnek olarak da düşüncelerimizin sağlıklı olması ile beynimizde işleyen mekanizmalar arasındaki ilişkiyi inceleyecek olursak, dopamin adı verilen bir nörotransmitterin (sinir hücreleri arasında iletişime aracılık eden moleküller) beynin belirli bölgelerindeki etkinliğinin hastalık ya da madde kötüye kullanımı nedeniyle yüksek olması halinde öncelikle daha şüpheci olmaya, sonrasında bu şüpheler temelinde bazı gerçek dışı inançlara kendimizi kaptırmaya, nihayetinde bu inançlara sanrısal düzeyde bağlı kalmaya başlayabiliyoruz. Özetle, fark etmesek de, ne kadar alıngan olacağımızdan sanrısal bir inanç geliştirmeye dek düşünce yapımız biyolojik süreçler ile çok yakın bir ilişki göstermekte. Öte yandan, farklı bazı beyin bölgelerinde aynı nörotransmitterin etkinliğinin yetersizliği yaptığımız aktivitelerden zevk alamama ya da dikkat eksikliği gibi farklı sorunlara yol açabiliyor. Bu nedenle, mevcut rahatsızlığın özelliğine göre dopaminerjik yolaklara etki eden ilaçlar aracılığıyla tedavi sağlama imkânı bulabiliyoruz. Beyindeki tek nörotransmitter dopamin olmadığı için benzer ilişkiler diğer nörotransmitterler ile beyin işlevleri arasında da bulunmaktadır.
İlaçların etkinliğinin kalıcı olup olmadığı bireylerin endişe duyduğu başka bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
Aslında etkinlikteki kalıcılık rahatsızlığın özelliğine göre değişim gösteriyor. Ancak bu konuda psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinin dahili branşlardaki (cerrahi olmayan) diğer tedavilerden çok da farklılık göstermediğini söyleyebiliriz.
Nasıl ki tonsilitte (bademcik iltihabı) 10 günlük bir tedavi yeterli olabilirken, epilepside (sara) 2-3 yıllık, tip-1 diyabette (şeker hastalığı) ise yaşam boyu tedavi gerekebiliyor, psikiyatrik bozukluklarda da rahatsızlığın yapısına göre çok kısa dönemli tedavilerden yaşam boyu tedavilere uzanan bir yelpazede tedavi süresi planlanması gerekebiliyor. Örneğin, uykuya dalma sorunu olan bir bireyde günler ile sınırlı bir tedavi düzenlenebilir iken, tedavi süresi depresyonda en az 6 aya, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda tüm öğrencilik yaşamına, şizofrenide ve bipolar bozuklukta ise bütün yaşama uzanabiliyor. Ancak genel olarak psikiyatrik tedavilerin süresinin orta ya da uzun vadeli olduğunu söylemek uygundur ve bu açıdan psikiyatri beyin ile ilgili diğer dahili tıp branşı olan nörolojiye benzemektedir.
Ayrıca kalıcı etki elde edilemeyeceği düşünülse de bazen üniversite sınavında başarılı olmak gibi belirli kritik eşiklerin aşılması için, bazen de başka türlü makul bir yaşam kalitesine ulaşılması mümkün olmadığı için ilaç tedavisi kullanımı önemli dayanaklar bulabiliyor. Ayrıca, ilaçlar beyindeki biyolojik süreçleri kalıcı olarak değiştiremese de, ilaçların etkisi ile öncesinde duyulan kaygının yaşamın gerçeği ile bağdaşmadığının deneyimlenmesi kaygı bozukluğunun, elin defalarca yıkanmaması durumunda da bir sorun oluşmadığının deneyimlenmesi obsesif kompulsif bozukluğun, yaşamın zihinde tasarlandığı kadar sıkıcı olmadığının deneyimlenmesi ise depresun kalıcı olarak düzelmesine katkı sağlayabiliyor.
Comentarios